IQNA

Kur'an-ı Kerim'i nasıl okumalı ve incelemeliyiz?

17:04 - May 01, 2023
Haber kodu: 3480143
Kur’ân’ın hidayetinden gereğince istifade etmek istiyorsak onun iç alemimize inebilmesi için ortam hazırlamamız gerekir. Kur’ân, kendisini her okuyanı ve onun hakkında malumat sahibi olan herkesi doğru yola iletmemektedir.

Kur'an-ı Kerim'i nasıl okumalı ve incemeliyiz?Kur’ân’ı incelediğimizde onun hem herkes hem de belirli bir kesim için hidayet kaynağı olduğunu bildiren ayetlerle karşılaşıyoruz. Çünkü bir taraftan Kur’ân’ın bütün insanlar için hidayet kaynağı olduğunu bildiren ayetler, diğer taraftan ise sadece muttakiler, rablerinden korkanlar, muhsinler, müminler, yakîn sahibi kişiler için hidayet kaynağı olduğunu bildiren ayetler vardır. Hâliyle bu durum bizi ilgili ayetler arasında nasıl bir bağlantı olduğunu araştırmaya sevk etmektedir.

Konuyla ilgili ayetleri bir arada değerlendirdiğimizde aslında farklı iki hidayetten/yol göstermeden bahsedildiğini anlıyoruz. Birisi; tebliğî, irşadî (doğru yolu gösterici) hidayet, diğeri ise lütuf ve tevfik hidayeti, yani kişinin kabiliyet ve kapasitesine bağlı olarak verilip onu amacına ulaştıran hidayettir. İşte bu bu hidayet çeşidinde vadiler kendi kapasitelerine göre akarlar.

Biraz daha açacak olursak, insanın doğru yolu bulması için farklı sebepler olduğunu söyleyebiliriz. Bu sebeplerin bir kısmı dışarıdan, bir kısmı ise insanın kendisindendir. Dış sebeplerin başında tebliğin ulaşması gelmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki bilmek veya haberdar olmak sebeplerden sadece birisidir. Dolayısıyla Kur’ân’ın bütün insanlığa hidayet kaynağı olduğunu bildiren ayetleri bu anlamda, yani irşadî açıdan hidayet olarak kabul edebiliriz. Ancak tek başına kişiye tebliğin ulaşmasının onun doğru yolu bulması için yeterli olmadığını yine Kur’ân’dan öğreniyoruz. Semûd kavmine doğru yol gösterildiği halde onlar bunun yerine karanlığı tercih etmişlerdi.

Kişilere kapasitelerine göre verilecek hidayetin ise bilme ve haberdar olma dışında başka sebepleri vardır. Bu sebeplerin gerçekleşmemesi durumunda muhataplara işittirmenin ölülere ve sağırlara işittirmek gibi imkansız olduğu Kur’ân’da bildirilmektedir. “Ve sen, körleri hidayete erdirici değilsin. Çünkü sen ancak âyetlerimize îmân edip de kendileri Müslüman olan kişilere işittirebilirsin.” Bu ayette iman edenlere işittirmeden bahsedilmesi ilginç gelebilir. Çünkü biz iman edenleri hidayete ermiş kabul ederiz. Demek ki buradaki iman, ile hususi bir anlam, insanı hidayete ulaştıracak bir iman kastedilmektedir. Zaten Taberî’ye göre bunun anlamı; “ayetlerimize inananlar ancak bundan faydalanmak amacıyla dinlerler.“ şeklindedir. Yani ayetlerin Allah’tan geldiğini tasdik edenlerdir.

Herkese işittiremediği için Kur’ân’da Peygamberimiz‘e (sav) âdeta; “Biz seni uyarıcı ve müjdeci olarak olarak gönderdik sorumlu olarak göndermedik.“ mesajı verilerek teselli edilmiştir. Böylece onun görevinin sadece tebliğ olduğu bildirilmiştir.

Kur’ân’ın kendileri için yol gösterici olduğu insanların en önemli özelliklerinden birisi bu kitaba iman etmiş olmalarıdır. Bu iman da onun Allah’ın kelamı olduğunu tasdik etmektir. Kur’ân, kendisinin Allah kelamı olduğuna inanmayan birisinin yol göstericisi olamaz. Nitekim Kur’ân’da bu kitabın Allah (cc) tarafından olduğuna inanan, bu kitabın doğru olduğuna ve aziz, hakîm olan Allah (cc) tarafından indiğine yakîn derecesinde inananlar için hidayet kaynağı olduğu belirtilmektedir. Bediüzzaman Said-i Nursi de 26. Mektupta Kur’ân’ı beşer kelâmı olarak kabul ettiğinde Bayezid’in elektrik düğmesi çevrilip söndürüldüğü gibi her tarafının karanlığa bürünerek Kur’ân’ın parlak ışıklarının gizlenmeye başladığını anlatırken aynı hususa dikkat çekmektedir. Kur’ân’ın hidayetinden istifade edip ahirette de kurtulanlardan olmanın ilk adımı onun Allah’ın kelamı olduğuna inanmaktır. Bu yüzden İslam tarihinde, Mutezile de dahil olmak üzere bu şartı ihmal edip rasyonalistlerin yaklaşımı gibi Kur’ân’a yaklaşan bir mezhep veya akım oluşmamıştır. İlk adım atıldıktan sonra; gayba iman, namaz, infak vb. Allah’ın rızasını gözeterek amel işlemek suretiyle Bakara suresi 5. ayetteki gibi hidayet üzere (alâ huden) sabit olunabilir.

Tarih boyunca peygamberlere çok yakın olup da onlardan nasiplenmeyen ve onlara en büyük düşmanlığı yapan insanları yakından incelediğimizde bildikleri halde; kibir, hased, hırs, inat gibi nefsi hastalıklarının kurbanı oldukları hemen göze çarpmaktadır. Bu yüzdendir ki Kur’ân’ı Kerim’de hidayet için göğsün açılmasından bahsedilmektedir. “Allah, kimi doğru yola ulaştırmayı dilerse onun göğsünü İslâm’a açar. Sapıklığa düşürmeyi dilediği kimsenin göğsünü göğe yükseliyormuş gibi daraltır.” ayetinde bu hususa dikkat çekilmektedir.

Sonuç olarak Kur’ân’ın hidayetinden gereğince istifade etmek istiyorsak onun iç alemimize inebilmesi için ortam hazırlamamız gerekir. Kur’ân, kendisini her okuyanı ve onun hakkında malumat sahibi olan herkesi doğru yola iletmemektedir. Bunun için onun bize inişini engelleyen engellerden uzak durmak gerekir. Kur’ân’da herhangi bir konuyu araştıranlar da Onun Allah kelamı olduğunu daima göz önünde bulundururlarsa daha sağlıklı sonuçlar elde edeceklerdir.  

[1] Huden linnâs. Bakara, 2/185; Semûd kavmine doğru yol gösterildiği halde körlüğü hidayete tercih ettiler. Fussilet, 41/17.
[2] Bakara, 2/2.
[3] Araf,7/154.
[4] Lokman, 31/3.
[5] Araf, 7/203.
[6] Casiye, 45/20.
[7] Ra’d, 13/17.
[8] „ Semûd’a gelince; onlara da doğru yolu gösterdiğimiz halde onlar bunun yerine karanlıklar içinde kalmayı tercih ettiler. “ Fussilet, 41/17; İnkâr edenlerden bir kısmının bilgisizlikten değil bile bile inkâr ettiklerini bildiren ayetler de tek başına bilmenin hidayet için yeterli olmadığının delilidir. Nitekim Neml suresi 14. ayetinde bazı insanların sırf kibir ve inatlarından dolayı inkâr ettikleri bildirilmektedir.
[9] Taha, 20/80,81.
[10] Rum, 30/53.
[11] Taberî, Câmiu’l-Beyân An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XVIII, 525.
[12] Bakara, 2/119; Taberî, Câmiu’l-Beyân An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, II, 483.
[13] Araf, 7/203; Taberî, Câmiu’l-Beyân An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, X, 657.
[14] Casiye, 45/20; Taberî, Câmiu’l-Beyân An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XXI, 87.
[15] En’am, 7/125. 

Veysel Çelik

captcha